Konya’nın uçsuz bucaksız ovalarında yol alırken, gözlerimiz ufukta beliren ve çölde bir vahayı andıran yeşil alana kilitlenmişti. Ovalı bakışıyla; uzaktan küçücük bir bahçe görüntüsü veren, yaklaştıkça insanı ...büyüleyen bir bağda gördüklerimi, yaşadıklarımı okuyucuyla paylaşmak istiyorum.
Deyim yerindeyse, dağ taş bağ iken; Konya’dan yazacak konu olarak, neden bağcılığı tercih ettiğimizin sebepleri vardı. Bunlardan birincisi, ilk tanışmamızda kendisini “Bu köyün delisi de benim!” diyerek takdim eden önder çiftçimiz Hamza Çetiner; ikincisi de ‘burada bağ olmaz’ denilen yerde o’nun mucize kabilinden başardığı işlerdi…
Eylül ayının ilk haftasıydı, çalışmaları yerinde görmek üzere yola koyulmuştuk. Etrafta sonbaharın hâkim olduğu tek renk vardı. Kurumuş otlar ve saman sarısı anız tarlalarının arasından çıkıp, birden yemyeşil asmalardan sarkan simsiyah üzüm salkımlarını fark edince, çölde serap görmüş insanlara dönmüştük. Tam emeklilik hayatı geçirilecek bir yer diyorum içimden. Bozkırların orta yerinde, içinde sevimli bir bağ evi, etrafa göz kulak olan ‘Güllü’ adında asil bir kangal ile yavrusu ‘Üsü’yü atlatmadan destursuz giremeyeceğiniz bir mekân burası.
Gözünüzde canlandırmaya çalıştığım bağ tesisi, Cihanbeyli Platosunun tek örneği ve Konya’nın en büyük üç bağından biri. Kulu, Cihanbeyli ve Altınekin dâhil, yörede bir metrekare deseniz başka bağ yok! Tesis; Cihanbeyli İlçesinin Karabağ Kasabasında, 2008 Yılında 36 bin metrekarelik alanda kurulmuş. İlk ürünü geçen yıl hasat edilen bu bağın ilginç bir yol hikâyesi var…
Ender gördüğüm önder çiftçilerden Hamza Çetiner’i iyi anlatabilirsem eğer, yaptığı işler sanıyorum okuyucunun hafızasında kendiliğinden canlanacaktır. Türkiye’nin her yerini karış karış gezmiş, eski bir kamyoncu kendisi. Otuz sene nakliyecilik yapmış. Gittiği her yere dikkatli baktığını; dağları, yeşil alanları çok sevdiğini söylerken, neden bağcılığı tercih ettiğinin de ipuçlarını veriyordu.
Aklına koyduğunu yapmaktan asla vazgeçmeyen; inatçı, kararlı bir ihtiyar delikanlıyla karşı karşıya olduğumu anlamıştım. Yaşıtlarının çoğu emeklilik hayatının cenderesinde sağlık sorunlarıyla boğuşurken; o, atmış beş yaşına rağmen hâlâ çalışıp üretiyor ve herkese örnek olmaya devam ediyor. Sağlığını çalışmaya borçlu olduğunu, sadece şekere yakalandığını ve bağda olduğu sürece hiçbir sorun yaşamadığını söylüyordu… Şaka değildi gördüklerim, duyduklarım. Konya Ovası’nın kuytu bir köşesinde; kuş konmaz, kervan geçmez denilebilecek bir yerde bugün canlı bir hayat belirmişti. Ve şuan çevrede yaşayan herkesin gözünü buraya dikmiş, neticeyi merakla beklediğini tahmin etmek zor değildi. Asmaların arasında dolaşıyoruz, kendi ifadesiyle: “Para kazanacak mı, şapkasını alıp kaçacak mı diye bakıyorlar etraftan. Sonuç alırsam, her taraf bağ olur yakında” deyince; şu işin yol hikâyesini en başından bir anlat Hamza Abi demiştim. Noktasına virgülüne dokunmadan işte kendi ağzından dinlediklerim:
Uzaklarda, zar zor seçilen yol kenarına sağlı sollu dikilmiş ağaçları göstererek “Ben ağaca, doğaya âşık bir adamım. Şu gördüğünüz ağaçlar olmasa eğer, kuşların tepesine konacağı bir dal bile yoktu bu ovada! O gördüğünüz ağaçlar da sağ olsun Recep Konuk sayesinde yetişti. Konya Şekere ve Recep Başkana dua ediyorum. Başka memleketlerde gördükçe içim yanar; keşke benim memleketim de böyle yemyeşil olsa derdim. Arabamı kenara çekip, merak ettiğim her bitkiye yakından bakardım. Sahibini gördüğüm bağ ve bahçelerde durup bilgi almaya çalışırdım. Özellikle Ege’de her yeri dolaştım; bağcılığa hevesim gittikçe arttı. Bağ bizim buralarda da olur mu diye araştırmaya başladım. Danıştığım çoğu insan; olmaz, soğuktan üşür demişti. Kimisi de, kurt kuş yer bitirir sadece yeşillik olur diyordu. Sohbetini sevdiğim, fikirlerine değer verdiğim doksan yaşında Manisalı bir Niyazi Amcam vardır. Salihli’deki Alkent Tesislerinin sahibidir. O’na da danıştım; sen bağı dikmeye bak, her yerde olur diyerek beni teşvik etmiş, Ege Bölgesinde bağcılığın tarihçesini anlatmıştı. Çok ilgimi çeken o hikâyeyi, aklımda kaldığı kadarıyla aktarayım. Gökçeköylü zengin bir adam, oğlunu medresede okutur. Akıllı, ileri görüşlü bir evlattır. 1860’lı yıllarda, Kadılık Makamında bulunduğu Ege yöresinin bir ilinde, halkı özendirmek için: ‘Sağıma bakıyorum buğday, soluma bakıyorum arpa, önümde de çavdar; bağ dikin buralara, geliriniz artar’ diyerek yol göstermiş. Köylü; bağ olmaz burada, para da yok gibi bahaneler gösterince, cebinden çıkarıp para vermiş birine ve git bağı dikmeye başla, yalnız bakımını yapmazsan kırbacın altına yatırırım ona göre demiş. Üzümler yetişip paraya döndükçe, yörede bağcılık almış yürümüş. Hülasa, bizim insanımız gözüyle görecek, kulağıyla duyacak ve eliyle dokunacak; işte o zaman kimse tutamaz bizi…
Ben de kararımı vermiştim. Önce suyu bulmam gerekiyordu. Fakat ilgili kurumların etüt raporlarına göre, bu bölgede yeterli su olmadığı anlaşılıyordu. Anlaştığım bir sondajcıyla yüz metreye kadar indik, su yoktu! Yüz elli metreye inmesini söyledim; sondajcı kullandığı alet ve malzeme için riskli olacağını ileri sürüp vazgeçmek istedi. Adama; buranın kaderinin bizim yapacağımız çalışmaya bağlı olduğunu söyleyip, ellibin liralık senet imzaladım. Çevre ilçelerde, etrafımızı çeviren köylerin arazisinde su var; yüce yaratanın bize kastı mı var ki, su olmasın diyordum. Hâsılı, Allah yüzümüzü kara çıkarmadı, yüz elli metrede güçlü ve çok kaliteli bir su kaynağına ulaştık. Bakın etrafa, artık herkesin tarlasında kuyu var…
Babamın iznini ve desteğini alıp burada bağ tesisine beş sene önce başladım. Arazi babama aitti, Hakkın rahmetine kavuştu, bunları göremedi; çok isterdim görebilseydi bu günleri amma Allah’ın takdiri böyleymiş, nur içinde yatsın.
Bölgeye, arazi yapısına uygun asma çeşidinin seçiminde; dikimi, bakımı ve budaması gibi teknik konularda İl Gıda Tarım Müdürlüğünden çok destek gördüm. Bağcılık uzmanı Orhan Çoruh hep yanımda oldu. Burada yeri geldi, iyiliğini gördüğüm elimden tutan insanlara minnettar olduğumu söylemek isterim. Sofralık üzüm çeşitleri arasında ‘Alfonso Lavalle’ adıyla bilinen çeşidin, bölge ve iklim koşullarına uygun olacağına karar verip başladık. Devletin teknik desteğinin yanında sertifikalı fidan desteğinden yararlandım. Öz sermayemiz dışında Ziraat Bankasından kredi kullandık, fakat yaptığım yatırım için devletten maddi olarak teşvik ve destek almadım. Makine ve ekipman desteğine, güneş enerjisi ile çalışan sulama sistemi için başvuru yaptım ancak çıkmadı.
Her köyün bir delisi olur, bu köyün delisi de benim işte. Burada domates yetiştirdim bir dönem de, 180 ton domates almıştım bu tarladan. Yeniliği severim, deneme yapmaktan çekinmem; inatçıyımdır, hiçbir işi yarım bırakmadım bugüne kadar. Maceracı bir yapım var, buraya diktiğim bağ için birçok riski göze aldım. Allah çalışana karşılığını veriyor gerçekten. Araştırdım, bağın ömrü 60 yılı geçiyor; ben atmış beş yaşına geldim, herkes nasibini yer ama inşallah evlatlarımız torunlarımız ardımızdan dua eder. Herkes nasibini yer deyince aklıma geldi; şu köyümüz tarafındaki ilk sıra kuşların hakkı, onlara ayırdığım bu sırayı hasat etmem! Dikkatinizi çektiyse, bu ilk sıranın dışındaki üzümlerde kuş yarası yoktur…”
Çok etkilenmiştim; duyduklarım, gördüklerim ve yaşadıklarım müthişti. İnsanımız, Konya’dan ilgi çekecek birçok konu ve yol hikâyesi arasından seçtiğimiz özel bir girişimciyi tanısın istedim. Cesur ve çalışkan, böyle sıra dışı bir insanımızı tanımaktan onur duydum. Dilerim Allah’dan bağından bereket, salkımlarından altın dersin. Ait olduğu, doğup büyüdüğü topraklardan; Karabağ’dan da kısaca söz edip, konuyu bağlamak istiyorum.
Karabağlılar; Azerbaycan’dan, Dağlık Karabağ’dan çıkıp gelen Oğuz Türkmenlerine mensuptur. ‘Bozulus Türkmeni’ diye anılırlar. Afyon Bolvadin’e bağlı Büyük Karabağ’dan 1850’lerde kopup gelmişlerdir. Çalışan, üreten; gelenek ve göreneklerini yaşatan çok özel bir belde Karabağ. Nakliyatçılıkta ün salmışlar, 500 araçtan müteşekkil ‘Tır Filosu’ var bu kasabanın. İşsizliğin sıfır, boşanma oranın sıfır olduğunu öğrendiğim; kadınları hayvancılıkta, erkekleri kamyonculukta uzmanlaşmış Karabağ’ın güzide insanlarını saygıyla selamlıyorum... M.Yavuz ÇOLAK