Bugün köşemizde, Konya Ovası'nın her köşesinde ayak izleri olan bir vatan evladının mücadelesini, hayat hikâyesini bulacaksınız. Suya hasret bu yanık ovada çiftçilikle uğraşan, tarım ve hayvancılıktan para kazanan hemen herkesin minnetle anacağı o yüce insanımızı yeterince tanısaydık eğer, kocaman bir anıtını dikerdik eminim. Gerçi Çumra'da gözden ırak bir köşede de olsa, adını üstüne yazdıkları taştan bir anıt dikmişler sağ olsunlar. Ama bir gün mutlaka o'na yakışanı yapacak bir büyüğümüz çıkacak inşallah.
Kurukafa Mehmet Efendi'nin ovada verdiği hizmetleri bir sayıda yeterince anlatabilir miyim bilmiyorum. Bildiğim, uğruna hayatını adadığı mücadelenin filmlere konu olacak cinsten olduğudur. Bitirme aşamasına getirdiğim bir kitap çalışmasında konuyu etraflıca ele alarak, gelecek nesillere karşı görevimi yaptığımı düşünüyorum…
Bilirsiniz, bir bölgeye aşırı yağış düştüğünde nasıl felâkete dönüşürse; aşırı kuraklıklar da aynı şekilde büyük felâketlere yol açmaktadır. Tam ortasında yer aldığımız İç Anadolu'nun ülkemizin en az yağış alan bölgesi olduğunu bilmeyen yoktur. İşte bu yüzden suyu en verimli ve tasarruflu nasıl kullana biliriz? Diye kafa yoran ilimle, bilimle ve teknolojiyle uğraşan kişi ve kurumların hepsi yıllardır meseleye çare bulmaya uğraşıyor.
Bundan 120-130 sene önce bu meseleye kafa yoran biri daha vardı. Konya'da o devirde köy olan Hayıroğlu'nda doğan memleketin bu hayırlı evladı, yazımızın kahramanı Kurukafa Mehmet Efendi'den başkası değildir. Bugün ülkemizin planlı ilk sulama şebekesi olarak bilinen 'Çarşamba Çayı' havzasında yer alan eski ve yeni tüm sulama projelerinin de fikir babasıdır kendisi. Ovada ilk sulama altyapısını kuran, yaptığı mühendislik harikası işlerle bilim çevrelerini şaşkına çeviren de o'dur. Eğitimini almadığı bir işte olağanüstü başarıların altına imza atan bu alaylı mühendisin çalışmalarını, iki aşamalı bir proje olarak ele alırsak daha iyi anlaşılacaktır.
İlk aşamada, özellikle kar yağışlarının bol olduğu yıllarda, ovada suyu kontrol altına almak için yaptığı çalışmalar yer alır. Toroslar'da eriyen karlar, Çarşamba Deresi yoluyla Suğla'dan gelen sularla birleşip, Mavi Boğaz'ı geçerek ovada taşkınlara yol açıyor ve ekili alanlardan aylarca çekilmeyerek ürünleri çürütüyordu. Bu sıkıntıya bir çare bulmak için harekete geçen Kurukafa; düşüncesini paylaşmak ve konuyu istişare etmek üzere, yörede 'Suğla Köyleri' diye anılan yerleşim birimlerinin ileri gelenlerini Hayıroğlu'na davet eder. Konya'ya bağlı İsmil, Ova Kavağı, Hayıroğlu, Bakırtolu; Çumra'ya bağlı Karkın, Küçükköy, Abditolu, Dedemoğlu ve Alemdar gibi yerleşim alanlarını basan sular yüzünden o zamanlar Suğla Köyleri diye hatırlanırmış. Çumralı olduğum için biliyorum; daha yakın tarihe kadar, ilçe merkezi başta olmak üzere pek çok köyümüzde taban sularının yüzeye yakın olması sebebiyle tarlaları su basardı ve eskiler araziler filtre yapmış derlerdi.
Yapılan toplantıda projesini açıklayan Kurukafa Mehmet Efendi; Alemdar Köyü yakınlarında bir bent yaparak, söz konusu köylerin arazilerine kanallar açıp dağıtım şebekesi kurmayı teklif eder. Suyu hem kontrol altına alacak, hem de verimli kullanarak suyun ulaşmadığı arazileri de sulu tarıma kazandıracak bu proje ittifakla kabul edilir ve kazmasını küreğini kapan Kurukafa'nın emrine girer. Tarihte 'Taş Bent' adıyla anılan, bugünkü Alemdar Barajının olduğu yere inşaata başlanır. Yörenin namlı ustaları at arabası ve kağnılarla getirilen ünlü Gödene taşları ile bent yapımını sürdürürken, Çumra istikametine doğru geniş ve derin bir kanal kazısına başlanır. Yukarılardan çıkagelip ovayı basan su kütlesini böylece disiplin altına alacağını düşünmektedir. Bent yapımı ile büyük ana kanal kazısı tamamlanır ve köyler arasındaki tali kanalların açılmasına başlanır. Su dağıtım şebekeleri her köyün nüfusu ve arazi varlığı hesaplanarak; Kurukafa Mehmet Efendinin çizdiği rota üzerinden gidilerek açılır ve yüzde yüz isabet kaydedilerek hedeflenen başarıya ulaşılır…
Çiftçimizin ilk düğünü, bayramıdır ovada elde edilen bu başarı. Hem çürüyen ekinler kurtulmuş, hem de tarım arazileri genişlemişti. Kurukafa'ya inanan ve emrine girip çalışan köylünün zaferi gerçekleşmişti. Şaşırtıcı olanı ise; dümdüz ovada, yükselti ve çukurları nasıl hesap etmişti o mektep medrese görmemiş alaylı mühendis? Elinde hiçbir ölçüm cihazı, alet ekipman olmadan ovanın tüm eğimlerini nasıl ölçüyordu?
Yıllarca sonra projelerini inceleyen Alman Mühendisler; teknolojinin son nimetlerini kullanarak yürüttükleri çalışmalar esnasında hayretler içinde kalmışlar ve : "Adama niye Kurukafa diyorsunuz? Tam da yaş kafa bir insanmış!" demekten kendilerini alamamışlar. Çünkü tüm ölçümler, çizim ve krokiler o'nun projelerinde tam isabet kaydettiğini doğrulamış.
Bu heyecanlı öykünün devamında, Kurukafa Mehmet Efendi'nin çalışmalarının ikinci aşamasında haftaya buluşmayı diliyor, okuyucularımın Kurban Bayramını tebrik ediyorum...
---------------------------------------------------------------------
KURUKAFA MEHMET EFENDİ'NİN SULAMA PROJELERİ… (2)
Geçen bölümde, Kurukafa Mehmet Efendi'nin yağışların ve suyumuzun bol olduğu yıllarda yaptığı taşkınları önlemeye yönelik çalışmalarını anlatmıştık. Bu bölümde ise aşırı kuraklıkların yaşandığı yıllarda yollara düşüp, susuzluktan kavrulan ovaya kaynak arayışını gündeme taşıyacağız.
Konya Ovasında, 1870-1873 yıllarında kıtlığa neden olan kuraklıkların yaşandığını, hayvanların açlıktan öldüğünü ve köylerin dağılmaya başladığını anlatan kaynaklar var. Hicri takvime göre 1290 yılında yaşanan o kıtlığın adını 'Koca Doksan' koymuş ihtiyarlar. Daha sonra, 1303'e tekabül eden 1887 yılında ikinci büyük felaket yaşanır!
Durumdan vazife çıkaran Kurukafa Mehmet Efendi ilerlemiş yaşına aldırmaz, eline asasını alıp çarıkları giyer, düşer yollara. Niyeti, Toroslarda kuvvetli bir su kaynağı bulup ovaya indirmenin bir yolunu bulmaktır. Eski su yataklarını takip ederek önce Mavi Boğaza ulaşır. Filmlerde görmüş olmalısınız, Amerika'daki Büyük Kanyona benzetiyorum ben Mavi Boğazı. Benim köyüm Apa ve yanı başına kurulan baraj da bu doğa harikası kanyonun ovaya açıldığı yerdedir işte. Kurukafa Mehmet Efendi daha sonra yukarılara doğru yoluna devam ederek Suğla Havzasına, oradan da Beyşehir Gölü'ne ulaşır.
Yaptığı incelemelerin sonunda; kar sularıyla beslenen ve Bozkır üzerinden gelen Çarşamba Deresi ile Beyşehir Gölü ve Suğla'dan gelen su kaynaklarının Mavi Boğazda buluştuğunu tespit eder. Günlerce süren gezi ve incelemelerinin sonunda kararını verir. Suya müdahaleyi Beyşehir Gölünden başlatıp, kazma kürekle Suğla istikametinde açılacak bir kanalla Mavi Boğaza ulaştırılacak suyun, ovayı kurtaracağını hesaplar. Suyun kolay akışını sağlayacak cazibeli eğimleri tespit ederek, kanal açılacak rotayı belirleyip köyüne döner.
Çevre köyleri toplantıya çağırarak projesini açıklar. Eğer 1000 kişilik bir gönüllü çalışma ordusu kurula bilirse başarılacak bir iştir bu! Üstelik en az 2-3 ay sürecek, evinden barkından kilometrelerce uzakta, tam bir maceraya atılmaktır bunun adı. Konu enine boyuna tartışılır ve bir karara varılır. Daha önce Kurukafa'ya güvenerek emrine giren ve çok büyük işler başaran insanlar hemen yol hazırlıklarına başlar. Yatağını yorganını saran, erzağını alan, atını arabasını koşan toplanır etrafında. Kağnılara, at arabalarına yüklenir eşyalar. Mehmet Efendi; kolağası denilen kendine yardımcı olarak seçtiği insanları, guruplara ayırdığı ekiplerin başına sorumlu tayin ederek işe koyulur. Yollarda başka köylerden de katılanlarla beraber büyük bir gönüllü ordusu kurulmuştur artık.
Bin kişiyi aşan gönüllü devasa bir insan topluluğunun bir insanın peşine takılarak, bir delikli kuruş dahi talep etmeden sonu belirsiz bir işe kalkışması gerçekten müthiş bir olay. Emir ve direktiflerinden ayrılmadan, tam bir sadakat içerisinde canla başla çalışarak ona bağlı kalmanın sırrı neydi acaba?
Günler, haftalar ve aylar birbirini kovalamış; kazma kürekle başlayan mücadelenin sonuna yaklaşılmıştı. O devirde büyük yankı uyandıran bu olay, herkesin sonucunu merakla beklediği bir finale doğru gidiyordu. Kurukafa Mehmet Efendi ve gönüllü ordusu bir açılış günü tespit ederek, başarıyı halkımızla paylaşma kararı almışlardı. Devlet erkânını, Konya Halkını ve zamanın basın kuruluşlarını davet etmişlerdi o kutlu gün için…
Merakla beklenen gün gelmiş, çiftçinin ovada ikinci düğün ve bayramına tanıklık edecek mahşeri bir kalabalık toplanmıştı meydanda. İnatla, inançla alın terini akıtanların sevinç çığlıkları arasında, kanala su salındığında insanlar sarmaş dolaş olmuşlardı. Fakat beklenmeyen bir aksilik olmuş, herkesin sevinci kursağında kalmıştı!
Mavi Boğaza doğru üç saate yakın su akıtan kanal göze gelmişti sanki. Kanal kenarı tahkimatın zayıf olduğu bir noktadan yıkılarak sular Suğla tarafına doğru dağılmaya başlamış, sevinç çığlıklarının yerini keder ve hayal kırıklığı almıştı. Fırsatı kaçırmayan fesat ehli bazı insanlara gün doğmuştu adeta! Bu olağanüstü büyük başarıyı hazmedemeyen o fesat ruhlu kişiler, Kurukafa Mehmet Efendi'nin aleyhinde konuşmaya başlamışlardı. "Cahil bir adamın peşine düşüp, yurdundan yuvasından aylardır ayrı kalan bu insanların emeğine yazık değil mi?' kabilinden laflar; moral men çökmüş, yorgunluktan bitkin hale gelmiş o vefalı insanların dağılmasına yetmişti!
Adamlarını gayrete getirmek için çırpınan, yıkılan kanalı onarmak için son bir hamle daha yapan Kurukafa Mehmet Efendi kimseyi yolundan döndüremez. Azgın sular ovaya dağılırken, mendilini yüzüne tutup hüngür hüngür ağlayan Mehmet Efendi derin teessürler içinde, bir başına yıkılan kanalın başında kala kalmıştı..!
Bu ilginç konunun devamında, haftaya buluşmak dileğiyle hoşça kalın…
-------------------------------------------------------------------------------------
KURUKAFA MEHMET EFENDİ'NİN SULAMA PROJELERİ… (3)
Derin üzüntüler içinde köyüne dönen Kurukafa Mehmet Efendi, yaşadığı acılara daha fazla dayanamaz yatağa düşer ve sayıklaya sayıklaya Hakk'ın Rahmetine kavuşur. Konu ile ilgili yaptığım araştırmalar esnasında bilgisine başvurduğum; Kurukafa Mehmet Efendi'nin torunlarından Şerife Nine'nin torunu olduğunu ve büyük dedesiyle gurur duyduğunu söyleyen önemli bir tanığımız var. Hayıroğlu eski Belediye Başkanı Süleyman Selçuk, Şerife Ninesinin dilinden düşürmediği bir hatırasını nakletmişti. Büyük dedesinin ölüm döşeğinde sürekli: "Şu kanalı iki karış daha kazıp derinleştirirsek, bu iş tamam olacak" diye diye ruhunu teslim ettiğini hep anlatırmış. Kurukafa Mehmet Efendi'nin uğrunda ömrünü harcadığı projeler, anlaşılıyor ki ruhuna işlemişti…
Bu dramatik öykünün devamında ilginç gelişmeler olur. Dökülen alın teri ve çekilen acılar boşa gitmez, hayırlı sonuçlar doğurur. Kurukafa Mehmet Efendi'nin ölümünün üzerinden on yıldan fazla bir zaman geçmiş olmasına rağmen, davasının peşinden giden, o'nun yarım kalmış projesinin tamamlanmasını görmek isteyenler vardır.
Oğlu Ali Efendi ile yakın arkadaşı Nurullah Zade Hasan Ağa devrin Konya Valisi Avlonyalı Ferit Paşa'nın huzuruna çıkarlar. 1898'de Konya Valiliğine atanan Avlonyalı Ferit Paşa; yol, su, çeşme gibi altyapı hizmetlerine önem vermiş, halkın eğitimi için gerekli mektep ve medreseler açmış, herkesin sevip saydığı bir devlet büyüğüdür. Ali Efendi ve Nurullah Zade Hasan Ağa'yı dikkatle dinleyen Vali Paşa; Beyşehir ve Seydişehir yöresine devre teftişine çıkacağını, ilgisini çeken Kurukafa Mehmet Efendi'nin mücadelesini ve akim kalmış projelerini yerinde inceleyeceğini bildirir. Çok mutlu ve huzurlu ayrıldıkları Valilik Makamından köylerine dönüp müjdeli haberler beklemeye başlarlar…
Avlonyalı Ferit Paşa, yerinde yaptığı incelemeler sırasında Mehmet Efendi'nin yarım kalan projesinden oldukça etkilenmiştir. Teftişlerini tamamlayıp vilayete döndüğünde tekrar görüşür Nurullah Zade ve Ali Ağa'yla. Onları sevindirecek sürpriz haberleri vardır. Sadrazam olarak, yani bugünkü karşılığıyla Başbakanlık makamına atanarak İstanbul'a davet edildiğini müjdelemiş; konuyu ilk fırsatta Padişah Abdülhamit Han'a arz edeceğinin sözünü vermiştir. Büyük bir sevinç yaşayan Ali Ağa ve arkadaşı Hasan Ağa; Vali Paşa'ya yeni vazifesinde üstün başarılar için dua edeceklerini, atalarının yarım kalan sulama projesine verdiği destek için de şükranlarını arz edip, huzurdan ayrılıyorlar.
1904 yılında Sadrazamlık Makamına oturan Avlonyalı Ferit Paşa, verdiği sözü yerine getirir ve uygun bir zamanda Padişah Abdülhamit Han'a meseleyi etraflıca anlatarak onayını alır. Proje; Anadolu-Bağdat demiryolu hattını da yapan firmaya, Alman Höknem Şirketine ihaleyle verilir. Proje bedeli olarak Almanlara 19 milyon 500 bin Fransız Frangı karşılığı olarak 700 bin Osmanlı Altını ödenmesi taahhüt edilir. 1913 yılında iş teslimi olarak anlaşma yapılan proje tamamlandığında; 46 bin hektar Çumra ve havalisinde, 7 bin hektar da Seydişehir Ovasında olmak üzere toplam 53 bin hektar arazi sulaması planlanmıştır…
1918 yılında sistem devralındığında; Türkiye'nin planlı ilk sulama şebekesi olarak tarihe geçen bu projenin, aynı zamanda ilk fikir babası olarak da Kurukafa Mehmet Efendi bir gurur abidesi olarak gönüllerdeki yerini alıyordu. Alman mühendisleri o'nun hakkını teslim ederek, şaşmaz iradesine hayran kaldıklarını, yaptıkları kanal, bent, köprü ve her türlü altyapı çalışmalarında onun ayak izlerine rastladıklarını söylemişlerdir. "Eğer mühendislik eğitimi almış olsaydı, bugün tüm dünyanın tanıdığı bir bilim adamı olurmuş" diyerek takdirlerini sunmuşlardır. Allah'ın Rahmeti, o mümtaz vatan evladının üzerine olsun…
Değerli okuyucularım; kim bilir daha nice kıymeti bilinmez vatan evladı var bu ülkenin. Memleketimizden çıkmış bu görünmez kahramanın öyküsünü ilk olarak DSİ Çumra Şube Müdürlüğü döneminde, Sayın Ali Altıntaş'tan dinlemiştim. Daha sonra aynı şubenin müdür yardımcılığını yapan İlker Cihan Bey'in büyük desteğini gördüm ve arşivlerinden yararlandım. 'Kaynağa Doğru…' başlıklı bir metinde bu konunun bir kısmı yer alıyordu. Bilgilerin kaynağı kimdi? Metni kim kaleme almış, derleyen kim belli değildi. Çok ilgimi çeken bu konunun peşine düşmüş, uzun araştırmalardan sonra ilginç sonuçlara ulaşmıştım. Projeye benim doğduğum köyde, 1962 yılında sistemin bir parçası olarak eklenen 'Apa Barajı' ayrıca konuya olan ilgimi artırmıştı. Gelecek nesillerimize kaynak olacağına inandığım bir kitap çalışması tamamladım ve bu konuyu etraflıca ele alarak üstüme düşeni yapmaya çalıştım…
Bu konuyla ilgili son bir yazı daha yazıp seriyi tamamlamayı düşünüyorum. Haftaya, kıymetini yeterince anlayamadığımız, fütursuzca harcadığımız suyumuz hakkında neler düşündüğümü paylaşmak üzere sağlıcakla kalın…
---------------------------------------------------------------------------
KURUKAFA MEHMET EFENDİ'NİN SULAMA PROJELERİ…(4)
Üzerinden bir asırdan fazla zaman geçmesine rağmen, yaptıkları hâlâ gündem oluşturan değerli bir vatan evladının silinmeyen ayak izlerini sürüyoruz birkaç haftadır. Düşünüyorum da; işlenen salih bir amel, söylenen güzel bir söz ve yazılan bir eser bugün kıymeti bilinmese bile asla kaybolmuyor. Kaybolmadığı gibi bir zaman sonra karşınıza şaheser olarak dönebiliyor hatta.
Kurukafa Mehmet Efendi'nin öyküsünde adı geçen Nurullahzade Hasan Ağa, çok önemli bir karakter. Onun torunlarından, günümüz Konya'sının tanınmış şahsiyetlerinden Osman Eken de DSİ Çumra arşivinde bulduğumuz menkıbemize kaynak özelliği kazandıran kişidir.
Konunun peşine düştüğüm dönemde, Hayıroğlu eski Belediye Başkanı Süleyman Selçuk'a Nurullahzade kim diye sormuş; ilk bilgileri kendisinden aldıktan sonra yönlendirdiği kişiye, Osman Eken'e ulaşmıştım. Kurukafa Mehmet Efendi'nin hayat hikâyesini bilen kişi ya da kişileri aradığımı söylemiştim. Bu öyküyü anlatan, derleyip yazan kimlerdi acaba? Diye sormuştum. Uzun sohbetler, karşılıklı bilgi alışverişleri sonunda bu destansı öyküyü dedesi, Kurukafa Mehmet Efendi'nin oğlu Ali Ağa ile yakın arkadaş olan, Nurullahzade Hasan Ağa'nın naklettiğini söylemişti. O bilgileri derleyip yazanın da oğlu, yani Osman Eken'in amcası olan Mustafa Lütfi Eken olduğunu söylediğinde, dünyalar benim olmuştu.
Yakın zamana kadar muhafaza ettiği, amcasının kendi el yazısı notlarını kaybettiği için çok üzülüyordu bu arada. Dedesi ve amcası hakkında ilgi çekici bilgiler vermişti. İlgiyle dinlediğim sohbetinden inanılmaz keyif almıştım. Milli Mücadele yıllarında dedesinin yaşadıklarını, amcasının milletvekilliğine uzanan öyküsünü pürdikkat dinlemiştim. Dedesi Nurullahzade Hasan Ağa'nın, Kuvayı Milliye Teşkilatının Konya'daki önemli simalarından biri ve Fahrettin Altay Paşa'nın da hatırı sayılan yakın arkadaşları arasında olması, hikâyemizi ilginç sonuçlara götürmüştü.
Hasan Ağa'nın üç oğlundan biri olan Mustafa Lütfi Eken'in, Konya'dan çiftçileri temsil etmek üzere bizzat Atatürk'ün isteğiyle, 1931 seçimleriyle milletvekilimiz olduğunu söylediğinde taşlar yerine oturmuştu. Kurukafa Mehmet Efendi hakkında günümüze ulaşan bilgilerin kaynağına ulaşmış olmak çok güzel bir duyguydu.
Naklettiği bilgiler arasında, çok hoşuma giden bölümler vardı. Atatürk'ün çiftçilere çok değer verdiğini, şehrimizi tarımın merkezi olarak gördüğünü ve bunların delili olarak amcasının nasıl milletvekili seçildiğini anlatmıştı. Çiftçilerimizin mecliste temsil edilme fikri çok zarif bir düşünceydi ve bu düşünceyi hayata geçirmek üzere Konya'nın tercih edilmesi de çok manidar gelmişti bana.
Atatürk'ün Fahrettin Altay Paşa'yı görevlendirip, çiftçileri temsil etmek üzere Konya'dan bir mebus adayı belirlemelerini; belirlenecek adayın da bizzat çiftçi olmasını şart koşması üzerine, Fahrettin Paşa vekillik için önce Nurullahzade Hasan Ağa'ya teklif götürür. Milli Mücadele döneminde yakından tanıma fırsatı bulduğu Hasan Ağa'nın göreve lâyık olduğunu düşünmektedir. Yaşlandığını ileri süren Nurullahzade Hasan Ağa, oğlu Mustafa'nın bu görev için daha uygun olacağını söyleyerek affını ister. Böylece Büyük Millet Meclisi yolu Mustafa Lütfi Eken'e açılmış olur…
Değerli okuyucum; dört haftadır heyecanını sizlerle paylaşarak yazdığım, gerçek bir hayat öyküsünün finaline gelmiş bulunuyoruz. Kutsal mücadelesini yazma onuruna eriştiğim kahramanımız Kurukafa Mehmet Efendi'nin kim olduğunu öğrendiniz. Ona bu ülkenin her ferdinin vefa borcu olduğunu düşünüyorum. Bu uçsuz bucaksız yanık ovanın suya hasreti hiç dinmese de, can suyuna onun sayesinde kavuşup buğday ambarı oldu. O buğdaylar un oldu, ekmek oldu, soframızda bereket, hücrelerimizde hayat buldu.
Allah'ın kanunu hâkimdir bu âleme. Ölçüyü aşmamalı, sınırlarımızı iyi bilmeliyiz. Yarattığı üç güzel; hava, toprak ve su olmadan kimse yaşayamaz! Tarım yapılamaz, gıdaya ulaşılamaz! Neden bunları söylüyorum? Çünkü o üç güzelden en kıt olanı su kaynaklarıdır. O kaynakları fazla talan etti bu nesil. Delik deşik ettik ovayı; yeraltı, yerüstü demedik suyumuzu israf ettik! Şimdi kıvranıyor, çareler arıyoruz. Suyumuzu verimli ve tasarruflu kullanmak, tek umut olarak görünüyor. Bunun için gerekli teknolojiyi üretmek ve suyu iyi yönetmek şart…
Mesnevi'den bir damlayla konuyu bağlayalım; Mevlana Hazretleri, bugünleri görmüş gibi yazmış sanki. Hikâyede geçtiğine göre; sesli olarak Kur'an okuyan bir kişi, Mülk Suresinin otuzuncu ayetini okuyordu. Ayette, kullarına seslenen Yüce Rabbimiz: "Suyu yerin derinliklerinde gizlerim, kaynaklarını kuruturum, orayı çorak yerlere döndürürüm. Benim gibi eşsiz lütuf ve kahr sahibi Allah'tan başka, suyu tekrar kaynağa döndürecek kim vardır?"
Oradan geçmekte olan basit bir mantıkçı filozof, okunan ayeti beğenmedi de; " Biz de kazma ile kazar, bel ile yarar, suyu yerin altından üstüne çıkarırız!" dedi. Bu filozof gece uyuyunca, rüyasında aslan gibi bir yiğit gördü. O yiğit, inançsız filozofa okkalı bir tokat atıp gözlerini kör etti ve dedi ki: " Ey düşüncesiz adam! Eğer sözünde duruyorsan, gözünün kaynağından kazma ile bir ışık, bir nur çıkarda görelim." dedi. Sabah kan ter içinde sıçrayıp kalktığında gözleri kör olmuş, iki gözünün nuru da sönmüştü!
Öyle ya; suyu yerin dibine gizleyen de, görecek gözü veren de O'dur. Kurduğu düzene, koyduğu kurala ve doğaya saygılı olmalı; edepsizlik etmemeli! Sağlıcakla kalın…
M. Yavuz ÇOLAK