Yıllarca sosyal bir statüye, ekonomik güvencelere kavuşturulmak şöyle dursun; hiç gündeme bile gelip hatırlanmamış, sorunlarına sahip çıkılmamış, garip bir meslek çobanlık! Zaman içinde sayıları azala azala yok olma noktasına gelen çobanlıkla, koyunculuğumuz da neredeyse uçurumun eşiğine gelmişti haliyle. Küçümsenip, kız bile verilmez olmuştu çobana!
Ee olacağı buydu, ama anlaşılmıştı bir zaman sonra değeri! Onlar eksildikçe sahadan; et, süt, peynir eksilmişti sofradan. Çayırlarda, meralarda meleşmez olmuştu kuzular…
Konya’da 2009 yılında tutuşturulan bir meşaleyle, ilk ‘Çoban Eğitim Projesi’ hayata geçirilmiş ve kamuoyunda büyük yankı uyandırmıştı. Son 15-20 yıllık zaman diliminde ağır darbe yiyerek gerileyen koyunculuğumuzu yeniden canlandırmak için çareler arayan bir ekip, kafa kafaya vermiş ve bir çalışma başlatmıştı. Sebepler sorgulandığında; koyunculuğun cephe yitirmesinde en önemli ve acil sorunun çoban problemi olduğu anlaşılmıştı.
Tutuşturulan o meşale her yerden görülmüş ve bugün bakanlığımızın da desteğiyle tüm ülkede milli proje haline gelmiş; ‘Sürü Yönetimi Elemanı’ eğitim projeleriyle çığ gibi yayılmış durumdadır. Gıda Tarım ve Hayvancılık Bakanlığımızın çobanlarımıza sahip çıktığı projenin yürütülmesine hayvancılıkla ilgili kurumlar, birlikler ve odalar da büyük destek vermektedir. Meseleye omuz veren, çobanına değer verip hayvancılığımıza yön veren herkese şahsım adına minnettarım. İçinde bulunduğum teşkilatım adına da gurur duyuyorum. İkinci ve önemli bir hayvancılık projesiyle yeni bir meşale daha tutuşturup ‘Mutlu inekler, mutlu çiftçiler’ projesinde başarılar elde ettiler ve geleneksel ahırları modernize ederek; %50 hibe desteği verdiğimiz bakanlığımızın yeni ahır ve yeni ağıl yapımına uyguladığı projelere önderlik ettiler. Konya; tarım ve hayvancılığın başkenti olarak anılmaya devam edecekse, böyle projeler üretmeye ve bulunduğu konumu hak etmeye mecburdur.
Yazmalıyım bu konuları diye başlamıştım geçen hafta. Bana bu cümleleri kurduran sebepleri açıklamıştım. Daha söyleyeceklerim var demiştim; onların derdini, tasasını ben de yazmazsam kim yazacak diye düşünmüştüm. O insanları, okuyucumun gözünde ve gönlünde yüceltmek, hak ettikleri saygınlığa ulaştırmak istediğim için yazıyorum. Bayıldığım bir söz var: “Vatanını en çok seven, işini en iyi yapandır” diye. İşte, işini en iyi yapan o insanlar hakkında söyleyeceklerimi şimdi tamamlıyorum.
Meşakkatli, zor bir işin hakkından gelen bu insanların engin bir hayat tecrübeleri ve bilge yanları vardır. Tabiat Ana her yıl ilkbaharda doğup, sonbaharda ölürken; gelişmelere bire bir şahit olan, onun her zaman en yakınında olan insandır çoban.
Çiçeklerin açıp, kuşların yuva yapmasına; arıların, karıncaların, sincapların telaşına tanık olurken farkında mıdır acaba? Dünyanın en gelişmiş laboratuvarında, deneye yanıla öğrenilen bir hayatın ona neler kazandırdığına?
Hava tahminlerini yürüten en doğal ve güvenilir meteoroloji uzmanı onlarmış gibi gelir bana. Yağmur, kar, tipi boran; gökten ne yağacaksa önceden bilip tedbir aldıkları nice hikâyeler dinledim onlardan. Göçerliğe devam eden Yörükler çok daha tecrübeli oldukları için sadece günü birlik değil, mevsimlerin tahminlerinde bile kolay kolay yanılmazlar. Keçilerinin davranışlarından, arılardan, kuşlardan; ay ve yıldızlardan anlamlar çıkarıp yorumlar yapar, fıkralara bile konu olurlar.
Bir ormancıdan dinlemiştim; Antalya Bey Dağlarında araştırma yapan bir Alman bilim adamıyla dost olan bir Yörük Çobanının macerasını anlatmıştı. Günlük güneşlik bir havada keçilerini otlatan Yörük, Alman dostunu uyarmış: “Bir iki saat sonra ortalık karışacak, sel sele kavuşacak buralarda, tedbirini al, kendini bir kuytuya at canını kurtar!” deyince, Alman bilim adamı: “Uyduruyorsun herhalde! Gelişmiş teknolojik cihazlarım var, meteorolojik tahminler yapan aletlerim var ve hiç birisinden bir uyarı almıyorum!” der. Yörük: “Benim de keçilerim var, ben onların hal ve hareketlerine bakarım. Sen bilirsin, ben sürüyü alıp sığınacak bir yer bulmaya gidiyorum, söylemedi deme!” diyerek ayrılır…
Sonucu tahmin etmiş olmalısınız herhalde; Yörüğün dedikleri bir bir çıkar ve canını zor kurtarır zavallı adam. Hikâyeyi bana anlatan Orman Muhafaza Memuru Kemal Abimize sordum ben de; bu Alman bilim adamı daha sonra ne yapmış acaba diye.
“Ne yapsın adam, almış eline o cihazları bir bir taşa çalmış; Yörüğün boynuzu kırık keçisi kadar olamadınız!” dediğini işitmiş yöre insanlarından…
Doğada zehirli otları, mantarları, hayvanlarına zarar verebilecek tüm canlıları en iyi tanıyan yine onlardır. Güttükleri hayvanların hastalıklarında, zor doğumlarında, aşılama ve ilaçlama çalışmalarında hiçbir hayvan sahibi çoban olmadan o işlerin altından kalkamaz.
Süt sağımından koyun kırkımına, koç katımından üremesine kadar koyunculuğun her alanında var olan bu kıymetli insanlar; dağların başında tek başına mal ve can güvenliğinin de bekçisi, teminatı konumundadır. Ekili alanlara zarar vermeden sürüyü otlatmak yine onların önemli meziyetleri arasındadır. Hülasa; ülke ekonomisine yarattıkları katma değer bilinseydi bu ağır işçilerin, ne sosyal ne ekonomik hiç bir sorunları kalmazdı bu gün. İnşallah tüm çoban kardeşlerimizin maddi manevi sorunları çözülür, hak ettikleri güvencelere kavuşurlar…
M.Yavuz ÇOLAK