Ortalama elli, hatta yüz yılda bir görebileceğimiz bir kış mevsimi yaşıyoruz bu sene. Tarihe not düşmek gerek deyip, yazı ve fotoğraflarla 2017 kışına ait bilgileri kayıt altına almak üzere, 10 Şubat 2017 Cuma günü düştük yollara...
Rotamız Bozkır, Dedemli, Korualan hattından Hadim'e; oradan da Taşkent'e kadar uzanıp yol güzergâhımızda kar kış manzaralarını fotoğraflayarak gördüklerimizi yazmaktı. Yol arkadaşlarım, kurumumuzda staj yapan iki genç öğrencimizle birlikte Torosların kurdu, günümüzün seyyah-ı fakiri Zeki Oğuz'la beraberdik.
Yola çıkarken; bir yandan acaba geç mi kaldık korkusu yaşıyor, bir yandan da 'Ne geç kalması, daha kışın ortasındayız!' diyerek kendimi rahatlatıyordum. Çünkü ilk kar, yanlış hatırlamıyorsam 19 Aralık'ta yağmış ve aradan tam 53 gün geçmişti.
Koordinasyon Şube Müdürümüz Bilal Kale "Bak, özlenen kış geldi, bu konuyu yazmalısın" diyerek beni teşvik ederken; bugün gideriz, olmadı yarın derken hiç hesaba katamadığımız engellerle, geç kalmanın sıkıntılarını yaşıyordum…
Toroslar burnumda tütüyordu, geçte olsa nasibimizi arayacaktık. Ovaya çöreklenen yoğun sisin içinden çıkıp kendimizi dağlara vurduğumuz günün ilk saatlerinde, Sarıoğlan'dan itibaren görmeye başladığımız muhteşem manzaralarla büyülenip, tüm endişelerimizden sıyrılmaya başlamıştık. Daha Torosların ayakucundaydık ve yer yer bir metre kar vardı etrafta. Ardıç ve meşe kokan dağlara baktıkça; Toroslar üşümez bu yıl, kalın bir yün yorgan örtünmüş üstüne, diyordum...
Zeki Oğuz'un önerisiyle, yeni doğan kuzu ve oğlakların fotoğrafını çekeriz umuduyla Ulupınar'a uğradık ilk önce. Tüten bir baca, sokakta gezen bir insan aradı gözlerimiz ama ne gezer! Ne kadar değişmiş köy hayatı dedim içimden, eskiden gün doğmadan başlardı hayat, koca köyde kuşluk vakti canlı namına kimse yoktu ortalıkta…
Bozkır'a on kilometre kala sola saparak, Dedemli istikametine dönmüştük. Önümüze çıkan bir keçi sürüsü, asfaltı keserek aşağılara doğru kendine çığır açarak ilerliyordu. Çok güzel fotoğraflar çekmiştik. Sürünün arkasında çoban olarak iki genç kızımızı görünce şaşkınlığım bir kat daha artmıştı. Güneş gözlüklü, sırt çantalı, modern kıyafetler içindeki bu cesur kızlarımız, Torosların zirvesinde keçi güdüyorlar. Benim çocuğum yaşında olan o gençlerin tutup ellerini öpmek geldi içimden. Ayaküstü bir iki soru sorduk, yem saman sıkıntısı başlamıştı anlaşılan. Kış sert ve uzun sürünce böyle oluyor işte, fakat hiç şikâyet etmeden her gün bu zorlukları yaşayan insanlar o kar yığınlarının bereket getireceğinin bilincindedir her zaman...
Sürü uzaklaşıyordu, kızlarımızın fotoğrafını çekmek istiyorduk ama yörenin hoş görü sınırlarını da hesaba katarak onları uzaktan görüntülemenin daha doğru olacağını düşünerek birkaç kare izin alıp çektik. Tepelice köyünün aşağısında bu manzaralarla karşılaşınca, bir önceki köyde kimseyi bulamadığımız için duyduğum endişe dağılıp gitmişti…
Derin bir vadiye doğru iniyorduk. Bu yol bizi KOP Projesinin ilk ayağını oluşturan Bozkır Barajına çıkarıyordu. Söğüt'ün hemen altında kurulan barajın uzaktan bitmiş gibi duran devasa gövdesinin arkasında, zümrüt yeşili suların doldurduğu bir göl manzarasıyla karşılaşacağız umudu ve hayaliyle hızlanmıştık. Heyecanla fotoğraf makinesini kapan koştuk setin üzerine, fakat henüz tamamlanmamış olmalı ki, su tutmaya başlamamıştı. Barajın gövdesi üzerinden görüntü inanılmazdı, aşağıda çağlayan Gökdere'nin suları, başını dağlara taşlara vura vura Eğiste (Bağbaşı) Barajına doğru akıyor, sesi taa bize kadar ulaşıyordu.
Gökdere'nin bir kolu Korualan tarafından, bir kolu da Dedemli'nin su çatı mevkiinden gelip vadinin tabanında birleşiyordu. Daha önceki yıllarda büyük bir sel felaketiyle yıkılan köprü ve kemer kalıntılarında, kartpostallık manzaralar sunan doğanın büyüsüne kaptırmıştık kendimizi. Derenin ortasında kalan, kalp şeklinde minicik bir adacığın üstünde daha erimemiş karlar sanki bizi beklemişti. Çok şanslıydık; anlatılmaz yaşanır cinsten bir günde, zamanın tanığı olmanın ayrıcalığını yaşıyorduk. Kurumumuzun sağladığı imkânlarla bu güzellikleri sizlerle paylaşırken, devletime ve milletime tüm minnet duygularımla dua ediyorum.
Eski adı 'Gezlevi' olan Korualan'da mola verip, yufka ve küflü peynirle dürümün yanında dumanı tüten çaylarımızı yudumlarken, beldenin etrafını kale surları gibi çeviren dağların doruklarında pamuk yığınlarını andıran kar manzaralarına dalıp gitmişim.
Yukarıya, Hadim'e doğru çıktıkça Orta Torosların bütün azametiyle bize sunduğu manzaralarında yüzlerce fotoğraf çekmiştik. Uzaklarda buranın en yüksek noktası olan Geyik Dağı, gelinlik giymiş gibi bembeyaz örtüsüyle herkese tepeden bakıyor gibiydi. Yücelerde bulutların arasında geziyor, mutluluktan uçuyorduk sanki. Etraf sadece tepe dalları görünen kiraz ağaçlarıyla doluydu. Çok sayıda kiraz ağacının karın ağırlığını taşıyamayıp dallarının ayrıldığını, zararın büyük olduğunu söyleyen Belediye Başkanı Ahmet Hadimioğlu'ndan duyduklarımıza üzüldük. Eski Belediye Başkanı meslektaşım Ahmet Uğur abimizin vefatı sebebiyle başkanı ziyaret edip başsağlığı dilemiştik. Hadim'de öyle bir kar vardı ki, daha önünde yığılı kardan binaların yarısı görünmüyordu.
Rotamızı Taşkent'e çevirdiğimizde ikindin olmak üzereydi. Yollarda kar mücadelesi yapan Karayolları teşkilatının hummalı çalışmaları hâlâ devam ediyordu. Taşkent'teki çekimleri tamamlayıp Zeki Oğuz abimizin dostu Bıçakçı Ali Usta'nın küçücük atölyesine konuk olmuştuk. Çay demini alırken, Zeki Oğuz 'Pirlerkondu'nun Son Bıçakçısı Ali Usta'yı yazdığı Ticaret Odasının bastırdığı kitapları takdim etmişti. Tarihe karışan mesleklerin konu edildiği bir kitaptı ve Üstat Zeki Oğuz da Ali Ustayı yazmıştı bu eserde. Ali Usta babasından öğrendiği mesleği şimdi oğluna öğretiyor. Üçüncü kuşağa dönen bıçakçılık hakkında hayli bilgi sahibi olduktan sonra; evladiyelik bir bıçak nasıl olur ustam, var mı elinde dedim birkaç boy özel yapım bıçak serdi önüme. Geldik boş dönmeyelim, paramız karışsın alın terine iyi bir bıçak seç benim için demiştim. Pazarlık yapacağız mı? Dedi, hayır ne dersen o dedim; o zaman maliyetini öde yeter, misafirsin dedi. Üste beş kuruş aldıramadım, utandım. İşte Anadolu insanında yok olmayan haslet, son meslek erbabında böyle yaşamaya devam ediyor.
Yolcu yolunda gerekti, huzurla eve dönerken aklıma şunlar takılmıştı. Bundan önce son gezi ve inceleme yazımı Aladağ Vadisi için sonbaharda yazmıştım. Antep Fıstığı üretimi ve bağcılık üzerine bir yazıydı. O gün en az on çeşmeye uğramıştım, hepsi kurumuş akmaz olmuştu! İçimi hüzün kaplamış, derin endişeler yaşamıştım o günlerde. Bu kış kar yağmazsa ovada kıtlık var, çöle döneriz Allah korusun. Çiftçimizin gene boynu bükük mü kalacak derken, Yüce Yaradan rahmeti ve bereketiyle hepimize merhamet etti. Eskilerden çok duyardım, 1963 yılını hep anarlar; inşallah bolluğunu ve bereketini hep birlikte yaşarız.
Bu yıl çiğdemlerin, nevruzların, adını ve rengini unuttuğunuz tüm çiçeklerin coştuğu, pınarların çağladığı bir ilkbahara kavuşmak üzere olduğumuzu hissediyorum. Göllerimiz, barajlarımız ve taban sularımız yeniden eski seviyelerine kavuşacak inancını taşıyorum. Ani kar erimeleri olmasın inşallah dua edelim...
Uzun bir yazı oldu ama meraklısı üşenmez okur nasılsa. Bir konuya daha değinip bitiriyorum. Duyduğumuzda hep geriliriz ya hani şu 'Kar Esareti!' falan diyenlere…
Adına sosyal medya dedikleri alanı şölene çeviren insanlar çok güzel paylaşımlar yapıyorlar bazen. Çok hoşuma giden bir paylaşımı not almıştım, çok değerli hemşerimiz Alibeyhüyüklü Yaşar Kiraz şöyle diyordu:
"Kar yağıyor, dışarısı bembeyaz…
Kar ve beyaz saflığın, temizliğin ve masumiyetin simgesidir.
Nimettir,
Berekettir.
Bize meyve, sebze, tahıl, bakliyat olarak geri dönecektir. En önemlisi sağlık olarak geri gelecektir.
Havadaki ve karadaki mikropların karla birlikte yok olması da cabası…
Beyaz esaret,
Felaket,
Beyaz Kâbus…
Diyeni duyarsam, kar küreği ile ağzının ortasına yapıştırırım!"
Altına imzamı attığım bu sözleri duvara asıyorum, yüreğine sağlık kardeşim…
14 Şubat 2017
M. Yavuz ÇOLAK