Yeni Zelandalı çiftçi gurubuyla yaptığımız gezi programında, aklımda kalanları paylaşmaya devam ediyorum. Kafilemiz; Anadolu Yaban Koyunlarının doğal yaşam alanı olan Bozdağ’ın yanı başında kurulu ağıllarda, Karakayalı Çiftçilerle vedalaştıktan sonra Göçü’ye hareket etmişti.
Koyun-Keçi Yetiştiricileri Birliğinin yönetim kadrosu burada bize katıldıktan sonra, yönetim kurulu üyesi Hasan Küçüksarıoğlan’ın evinde misafirlerimize sıcak tandır, börek ve ayran ikramı yapıldı. Küçüksarıoğlan Ailesinin tüm fertlerinin seferber olduğu davette, nimet paylaşıldı, sevgi paylaşıldı, güzel adet ve geleneğimiz olan misafirperverlik örneği sergilendi. Bu cömert insanlara şahsım adına ve ülkem adına minnettarım; bizim kültürümüzde “Misafir on kısmetle gelir; birini yer, dokuzunu bırakır” inancına hizmet ve hürmet vardır. Hanene bereket yağsın Hasan Baba inşallah diyorum…
Bu arada, yemek arası molada gurubun üyelerinden biri Hasan Bey’in torunlarına oyuncak hediye ederek onlarla sıcak bir iletişim kurmuştu. Dikkatimi çekmişti ayrıca, Bayan Linda’nın elinden düşürmediği sevimli ve ilginç bir kuş maketi hakkında bilgi istedim. Gezi direktörünün eşi olan Bayan Linda’nın iyi bir tanıtım rehberi olduğu kesin; Yeni Zelanda’nın sembolü olan ‘Kivi Kuşu’ hakkında bilgiler verdi hemen. Önce gördüğümü tarif edeyim; kanatları olmayan, tüy yerine uzun siyah kıllarla kaplı, küçük ama tombul görünümlü bir gövde ve upuzun bir burun. Ayrıca çok güçlü bir ayak yapısı, ama çok sevimli bir kuş; uçamıyor fakat çok hızlı koşuyormuş. Çalılıkların altına yuva yapar, böcek ve dökülen meyvelerle beslenirken, uzun gaga ve çok güçlü koku alma özelliğine sahip burun yapısından yararlanırmış. Neden bu kadar bilgi verdim derseniz; nesli tükenen ve korumaya alınan kuş türleri arasındaymış ve tek yaşam alanı Yeni Zelanda’ymış. Dünya’da endemik bitki ve hayvan türlerine çok ama çok dikkat etmeli, gözümüz gibi bakmalıyız onlara. Sırlarla dolu bu âlemde, yaratıcının eşsiz sanatına dikkatli bakmalıyız. Doğa belgesellerini çok seviyorum fakat şimdiye kadar hiç rastlamamışım Kivi Kuşuna, iyi ki rastladım bu insanlara ve internet aracılığıyla bilgi edinip görsellerini inceledim. Yeni Zelandalılara; iyi bakın Kivilerinize diyerek bu bahsi kapatıyorum.
Karapınar’dayız… İhtiyaç molası ve yemek faslındayız; mahalle arasında sakin bir park yerine sofrasını kuran çiftçi örgütlerinin temsilcileriyle beraberiz. Mönüde; çorba, kavurma, bulgur pilavı, kuymak ve kuş üzümü dediğimiz küçük üzümle yapılmış kompostodan oluşan Karapınar’a özgü harika bir yemek sunuldu konuklara. Sadık Bey’in yemek duasına, misafirlerimizin de el açıp âmin diyerek iştirak edişi çok anlamlıydı…
Çay faslında, ayaküstü sohbet ettiğimiz Bay Macmillan’a Ülkemiz hakkındaki düşüncesi sorulduğunda, çok güzel sözlerle dile getirdiği konulardan aklımda kalan bir tanesini paylaşmak istiyorum. “Sürprizlerle dolu, çok güzel bir ülkeniz var; Bodrum bir ayrı güzellik, Konya farklı bir güzellik…” mealinde sözler sarf ederken çok samimiydi ve gezdikleri bölgelerden unutulmaz anılarla ayrıldıklarını dile getiriyordu. Bunları ülkemizi gezmeye gelen insanlardan duymak, bize gurur veriyor gerçekten. Teşekkür ediyoruz bu güzel duygu paylaşımı için o güzel insanlara…
Programın son durağında, gezinin finalini yaptığımız ‘Çağrı’ çiftliğindeyiz. Karapınar yol güzergâhında yer alan ve ‘Halep Keçisi’ yetiştirmek için kurulan çiftlikten, meraklılarına anlatılacak heyecan verici birçok detay var. Benim de ilk defa yakından görebildiğim Halep Keçisi, Damascus Irk özelliklerini taşıyan ve süt verimi çok yüksek bir keçi ırkıymış. Bildiğimiz keçilere hiç benzemeyen; olağandan çok uzun kulaklarıyla, kahverengi tonlara yakın renkli tüyleriyle, ceylan bakışlı gözleriyle çok güzel bir ırk. Biz ‘Sülün Gibi’ deriz ya hani, boylu boslu, albenisi yüksek bir hayvan. Üç kilogram süt ortalamasına sahip olan bu Allah vergisi keçilerden, altı kilo süt verenleri çıkıyormuş. Çağrı’da sordum, doğruladılar; hayret ettim, çünkü Yerlikara ineklerin süt ortalaması neredeyse.
Çiftliğin 800 baş keçi mevcudunun yanında, 35 yıllık bir ıslah çalışmasının ürünü olan ‘Polatlı Koyunu’ denilen Merinoslar da var. Çiftlik tam bir Ar-Ge merkezi sanki. Çiftliği iki kardeş birlikte kurmuşlar; Mehmet Can Dönüş, kardeşlerin küçüğü ama galiba bu işe esas baş koyan da o. Bize bilgileri kendisi verdi, hayvanları çok sevdiği belli. Çevrede “Keçilere Hilton yapan adam” diye anılır olmuş. Zaten hayvancılığın olmazsa olmaz kuralıdır; hayvanları sevmeyen, hayvancılık yapmasın, hele Veterinerlik hiç yapmasın!
Mehmet Can kardeşim; çevreye örnek olmuş, işletmesini kurduğu bölgesine adı gibi ‘Can’ vermiş önder insanlarımızdan biri. Elinden tutulmalı, destek olunmalı. Saygıyla eğiliyorum karşısında, yolun açık olsun Mehmet Can Kardeşim…
Vedalaştık Yeni Zelandalı dostlarımızla… Onları ilk gördüğümde, çocukluğuma götürmüşlerdi beni. Siyah-beyaz televizyon ve tek kanal vardı, hatırlayanlar olacaktır; Küçük Ev dizisi yeniden canlandı gözümde, karşımdakilerde Charles Ingleslar’dı sanki… Umarım güzel anılarla ayrılırlar ülkemizden.
Yorgun ama mutlu eve dönerken; şu uçsuz bucaksız ovanın koynunda, kim bilir daha ne sürprizler saklı diye düşündüm…
M.Yavuz ÇOLAK