Dünkü yazımda; İçerisinde 2500 Fuji Bodur Elma, 1500 Napolyon Kiraz, 500 Vişne, 500 Deveci Armut, 150 Ceviz ve 1000 tane de Nektarin dikilip yetiştirilmiş Atayurt Çiftliğinden bahsetmiştim. Bir yıl önce ilk defa gördüğüm Atayurt Çiftliğini, önüme gelen herkese anlatırdım. Özellikle de meyveciliğe ilgisi olan, yatırım yapmak isteyen insanlara. Çok etkilenmiştim çünkü. Hep doğayla iç içe, toprakla haşır neşir olacağım böyle bir yerin hayaliyle geçirdim ömrümü. İçinde kuşlar, sincaplar yuva yapsın; kümesinde, ahırında evcil hayvanlar barınsın isterdim. Kendi elimle sırtına eğer vuracağım bir küheylanım, kapısında asaletli bir kangalım olsun derdim…
Gülümsediniz; bunları kim istemez ki? Dediniz, eminim. Bunlara bir ömür sahip olamayacağımı bilsem de düşünü kurmaktan vazgeçemiyorum; zira yapım gereği hayalperest bir doğa adamıyım ben.
Oysa bu işler hayal kurmakla bitmiyor; Seyfi Bey’le Pamuk Dede hem çok para harcamış, hem de gecesini gündüzüne katmışlar. Yöreye örnek olmuş, insanlara ekmek kapısı açmışlar. Hâlâ yoğun bir emek sarf ediliyor orada, üstelik hiçbir masraftan kaçınılmadan…
Bir yılda neler değişmiş merak ediyor; yeniden aynı heyecanı yaşamak üzere yollara düşüyorduk. 28 Haziran’da giriş kapısından adım attığımızda, Atayurt geçen seneye göre bir duraklama devrine girmiş gibiydi sanki. Hafif bir hüzün dalgası sardı içimi, tepeye doğru yürüdük; Pamuk Dedemiz A.İhsan Amca bizi karşıladı, ulu bir meşe palamudunun gölgesinde oturup dertleştik, hasret giderdik. Doğanhisar İlçe Tarımdan Dilek Hanım ve Şükrü Bey’de bize katılmıştı.
Meyve bahçesinin sıkıntıları olduğu belliydi; fakat neşesinden ve o bildik şakacı tavrından hiçbir şey kaybetmediğini gördüğümüz Pamuk Dede’nin yine de morali yüksekti. Not defterimi açıp, dede anlat bakalım neler oluyor dediğimde: Önce etrafımızdaki armut fidanlarını gösterdi, bir hastalık geldiği belliydi. “Bunlara sıkmadığım ilaç kalmadı, bunun yanlış olduğunu biliyorum fakat konuyu bildiğini sandığımız herkes farklı bir yol gösteriyor. Böyle giderse armutları söküp yerine ceviz dikmeyi düşünüyorum. İkincisi; bu yıl budamada hata yaptık, güvendik birilerine, oradan da darbe yedik! Ama asıl darbeyi bodur ve yarı bodur kiraz fidanlarında yedik. Çalıştığımız firma bizi yanılttı, her sene yüz elli kiraz söküp yerine yöremizde ‘Klasik Kiraz’ dediğimiz Napolyon dikiyoruz. Hem zaman kaybettirdiler, hem ekonomik olarak büyük zarar verdiler! Biz kendi hatalarımızı biliyoruz, hastalık gelebilir ağaçlara bu normal, mücadelesini yaparsınız. Fakat yardım ve doğru yönlendirme beklediğiniz yer ve zamanda yalnız kaldığımız oluyor. Moralimizi bozmadan yolumuza devam ediyoruz. Bir de elektriğe kavuşmadan olmayacak, 2/B’li arazi kapsamında tapulandırma yapıldığında inşallah bu sorunumuz da çözülecek diye düşünüyoruz”
Her türlü güçlüğe rağmen bu dik duruş hoşumuza gitmişti. Yılgınlık, bezginlik olmaz inşallah diye düşünmüştüm, aksine direnci daha da artmış görünce sevindim inanın. Hiç mi sevindirecek bir haberin yok dedim! “Nektarinler ve erikler üretime yattı bu sene, fakat piyasa iç açıcı değil?!”
Bahçeyi tepeden tırnağa, her meyveyi kendi elimizle dalından koparmanın tadını çıkara çıkara gezdik. Tam da kiraz hasadında yakalamıştık Pamuk Dede’nin Atayurt Çiftliğini. Genç, yaşlı otuz kadar kadın işçinin elinde kirazla dolup boşalan kovalar ve istiflenen kasalar alıcısına ulaştırılmak için hazırlanıyordu. Çiftliğin her köşesinde çok güzel fotoğraflar çektik; Allah’ın yarattığı her nimet güzel ama kiraz hem dalda, hem reyonda çok güzel. Bu arada hasatta çalışan kadınlarla sohbet edip, durumdan memnun olup olmadıklarını sorduk. Hepsi yörenin insanı ve iş bulduklarına çok seviniyorlardı. Kendilerine rızık kapısı açan insanlara duacı olduklarını da özellikle belirttiler. İçlerinde hepsinin sözcüsü gibi davranan, özgüveni yüksek bir bayan dikkatimizi çekmişti. Pamuk Dede tanıştırdı bizi; adının ‘Yeşer’ olduğunu söylediğinde, ilk defa duyduğumu ama çok güzel bir ismi olduğunu söylemiştim. Akşehir Ziraat Odasında, Gazi Mahallesinin delegesiymiş Yeşer Hanım. Çiftçilerin sorunlarını bilen, yeri ve zamanı geldiğinde bunları dile getiren bir kadın çiftçi olduğunu fark ettiriyor insana; bravo, işte bizim kadınımız dedim içimden…
Gezi notlarımı tamamlayıp günün sonunda vedalaştık dostlarımızla. Dönüş yolunda Akşehir, Ilgın ve Kadınhanı hattında buğday tarlalarında hasat vardı. Bereketli bir yılda, çiftçimizin yüzünün güleceğini umut ederek dilek tuttuk. İçim huzurla dolu evime dönerken, Seyfi Bey ve Pamuk Dede için de dua ettim; engel olmak için önünüze bir kuru dal bile çıkmasın diye. Yolunuz ve bahtınız açık olsun.
M.Yavuz ÇOLAK