Herkes yazdı bugüne kadar ‘Asya Lale’nin öyküsünü. Ben de herkes gibi yazacağım ama herkesten farklı yazacağım konusunda iddialıyım biraz! Yazının derinliğinde gizli kendimce sebeplerim var, okuyunca; ‘haklıymış ya da hadi ordan!’ deme hakkı okuyucuma aittir…
Yıllardır memleketin dağını taşını, çiçeğini böceğini okutmaya çalışıyorum insanımıza. Sevdalıyım çünkü bu topraklara. Önder insanları, taş üstüne taş koyanları hafızalara kazımak; sıra dışı başarı öykülerini yazmak benim işim.
Nisan ayının son haftasına girdiğimiz halde, bir günde dört mevsimi birlikte yaşıyoruz bu günlerde. Geçtiğimiz hafta, tam lâlelerin açma vakti geldi diyerek randevu aldığımız Asya Lale’nin İsmil ’deki tesislerinde, Ali Yetgin Abimize konuk olduk. Şanslıydık, çünkü lâlelerin açtığı en güzel zaman diliminde oradaydık. İnsanı şaşırtan, yazacak o kadar çok konu vardı ki orada, biz en iyisi buralara insanların akın etmesine sebep olan lâlelerden başlayalım…
Hep merak etmişimdir; şu uçsuz bucaksız Konya Ovası’nın koynunda, daha hangi sürprizler saklı diye. İsmil ’den sonra sola dönüp, gece yağan yağmurun çamur deryasına döndürdüğü yolun sonuna doğru tatlı bir yokuşu tırmandığımızda, karşımıza çıkan manzara tek kelimeyle muhteşemdi. Şeritler halinde, rengârenk lâlelere hayranlıkla bakarken; çölde serap görmüş insanlara dönmüştük. Gökkuşağını alıp yerlere sermişler sıra sıra dedim kendi kendime. Yıldızlar toprağa saçılmış gibiydi sanki! Hayal dünyası çok renkli bir insan olduğumdan mıdır; benzetmelerim garip gelebilir belki insanlara, ama ben durumdan şikâyetçi değilim. Mevlâna Hazretlerinin öğüdüne uyarak, Allah’ın yeryüzündeki sanatına dikkatli bakmaya, görmeye çalışıyorum. Haddimi aşmam inşallah.
Önümüzde tamı tamına 400 dönüm, hepsi bir arada; 80 çeşit lâle, 10 çeşit sümbül, 10 çeşit nergis, 4 çeşit muskarin ve çiğdem gibi türleri de içinde barındıran bir süs bitkileri denizi uzanıyordu alabildiğine. Lal olmuştu dilimiz, büyülenmiş gibiydik anlayacağınız. Seyrana daldığımız âlemden uyanıp, fotoğraf makinelerini kaptığımız gibi üşüştük lâlelerin başına…
Şimdi en başa dönüp, yaşadığımız bu güzelliklerin mimarı Ali Yetgin’den ve müthiş başarı öyküsünden söz etmek istiyorum. Ömrünün son 18 yılını adadığı bu işlerde kat ettiği mesafe inanılmaz gerçekten. O sıra dışı bir müteşebbis ve çok özel bir insan; tanıtıma reklama falan ihtiyacı yok. Sadece ülkemiz değil, dünya tanıyor zaten onu. Kendi tarzımla anlatmak istiyorum ben de, kendi ağzından duyup öğrendiklerim önemli çünkü.
Memleketimin insanıdır Ali Abim ve İçeriçumralı büyük bir aileye mensuptur. Okumuş yazmış, harita mühendisi unvanıyla bir dönem memlekete hizmeti geçmiş bir aydınımızdır. Tarım ve hayvancılıkta başarılı bir aileden gelir. Veteriner Sağlık Teknisyeni olduğum için ailede üç kuşağı; Korkut Yetgin hariç, tanıyorum. Onunla da muhtemelen bu yazıdan sonra tanışacağız inşallah. Gıyaben tanıyorum aslında, bugün şirketlerin ağır yükünü omzunda taşıyan gizli kahraman odur. Koyunculuk en eski ve köklü işleri olduğu için ailenin büyüğü, merhum Niyazi Yetgin Bey Amcamızla sıkı dostluğumuz ve hukukumuz vardı. Onu rahmet ve hürmetle anmak için konuya buradan girmek istedim. Bu günleri görse, evlatlarının torunlarının başarılarıyla ne kadar gururlanırdı kim bilir. Bir varmış, bir yokmuş misali garip bir dünyada yaşıyoruz işte. Allah gani gani rahmet eylesin, geride bıraktıklarına sağlık afiyet versin inşallah.
Ali Yetgin; devasa boyutlara, rahatlıkla tarım kampusu denilebilecek bir büyüklüğe ulaştırdığı çiftliğinde karşılamıştı bizi. İşletmenin Sorumlu Ziraat Mühendisi Beyhan Hanımla bizleri tanıştırdıktan hemen sonra, soru yağmuruna tutmuştum kendilerini. Şaşkınlığımı gizleyemediğim bir ortamdaydım. Arazilerimiz küçüldükçe, bizim ‘Evlek’ ölçülerine kadar düştüğümüz dünyada, gelişmiş ülkelerin ‘Hektar’ ölçeğinde tarım yaptığı gelmişti aklıma!
Bir uçtan öbür uca 6,5 kilometre çapında, 7-8 bin dekar büyüklüğünde bir arazide üretim yapıyor bugün Asya Lale. İthalatına çuvalla para ödediğimiz tatlı mısırın bugün en büyük üreticisi konumuna gelmişler. Hani şu alışveriş merkezlerinde satılan, özellikle çocukların çok sevdiği bardakta mısır var ya, işte onun kendi üretimimiz olan yerlisini tüketiyoruz artık. Gerçekten çok sevindim, elin ne idiğü belirsiz ürünlerini tüketmektense kendi toprağımızdan yetişen her zaman başkadır. Ana ürünleri tatlı mısır, lâle, yem bitkileri olmak üzere değişik birçok zirai üretimin gerçekleştirildiği işletmenin hayvancılık ünitesinde de 2500 baş koyun kuzu mevcudu var. 50 kişiye sürekli, ortalama 250 kişiye de mevsimlik istihdam sağlayan; her türlü teknolojik altyapıya sahip, ülke ekonomisine en üst düzeyde katma değer yaratan bir bereket pınarı burası. Her yıl devlete hatırı sayılır oranda vergisini ödeyerek ekonomiye can veren bir iş ve aş ocağı aynı zamanda. Mübarek günlere kavuştuk, dua ediyorum ben de; Rabbim böyle insanların önüne engel diye kuru bir dal bile çıkarmaz inşallah. Bu insanlar işte vatanını en çok sevenler, çünkü işini en iyi yapanlardır onlar…
Başarının sırrı nedir Ali Abi? Diyerek ilk sorumu sormuştum.
“Dünyanın en zengin ilk beş müteşebbisine başarılarının sırrı sorulduğunda şunları söylemişler: Birincisi çok çalışmak, ikincisi risk almak, üçüncüsü de şans faktörü demişler. Ve birde dördüncüsü var diyerek ilave etmişler; girişimcinin iyi bir eşinin olması. Bu şartlar bir araya gelirse, bence de başarı kaçınılmazdır.”
Bir köşe yazısına sığmadı yazacaklarım değerli okuyucular. Asya Lale’nin yol hikâyesine devam edeceğiz. İlgi çekici konularla haftaya görüşmek umuduyla hoşça kalın…
Mustafa Yavuz ÇOLAK