Lâle muhabbetinin devamına hoş geldiniz değerli okuyucularım. Saygıdeğer iş adamı Ali Yetgin ile söyleşimize kaldığımız yerden devam edeceğiz bugün. Onun kendi çocuğu gibi büyüttüğü Asya Lale hakkında merak edilenlerle birlikte, lâlenin tarihçesine de göz atmaya çalışacağız.
İşletmenin adı konulurken esin kaynağı neydi acaba merak etmiş; neden ‘Asya Lale’ Ali Abi? Diye sormuştum. Verdiği cevabı yazıma başlık yapmış, onun için tırnak içinde vermiştim. Lâleyi Orta Asya’dan atalarımızın getirdiğini; hem ekonomik hem de kültürel açıdan önemli bir değer olduğunu, bugün Avrupa’nın hâkimiyetinde gibi görünse de lâlenin Asya’nın çiçeği olduğunu söylemişti.
Sadece çiçeğimizle değil, daha neler nelerle gelmişti Atalar Asya’dan; bu topraklara mührünü vurmuş, kültür genlerimizi Anadolu’ya yaymışlardı. Kıymetini mi bildik? Kim bilir daha neler neler yitirdik! Bir Avrupa seyahatinde o yitiklerimizden birine Hollanda’da rastladığında, çok etkilendiği lâle tarlalarına bakıp; “Bizim çiçeğimizdi bu, niye biz yetiştirmez olduk?” diyerek bu işe giriştiğini anlatmıştı.
“Yurtdışından ilk lâle soğanlarını ithal edip, ekip dikmeye başladığımda çevremde pek çok insan; delisin sen, parayı toprağa gömeceksin, bilmediğin işe niye giriyorsun diyerek vaz geçirmeye çalışıyor, şevkimi kırıyorlardı. Yalnızca babam hep yanımda oldu, teşvik edip destek oluyordu. Risk almadan hiçbir iş başarılamaz hayatta; evet, çok çalıştık çabaladık ama babamdan aldığımız güç ve cesaretle geldik buralara. Nur içinde yatsın; okuma yazmayı bile askerde öğrenmiş olmasına rağmen babam kitap okumayı seven, ufku geniş aydın bir insandı.”
Ali Abinin çok özlediği belliydi babasını, buğulanan gözlerden anlamak zor değildi, duygulanmıştı her karşılaştığımızda olduğu gibi. İnsanın sırtını dayadığı dağ gibidir baba; ana da ayakucundaki göl gibi berekettir. Onların asıl kıymeti göçtüğü zaman daha iyi bilinir, hiç kimse dolduramaz çünkü yerlerini. Vesile olsun bu satırlar; Hakk’a yürüyen tüm ecdadımız için bir Fatiha bağışlayan her okuyucuma, duacı olacağımı bilmenizi isterim…
Böyle büyük bir araziyi nasıl bulduğunu sormuştum. İlk adımı Çumra Küçükköy’de attıkları lâle üretiminde başarılı sonuçlar aldıkça işi büyüttüklerini, toplu arazi arayışına girdiklerini anlattı.
“İlk gördüğümde, neredeyse adam boyu kangal dikenleriyle dolu, yabani otların bürüdüğü bir araziydi burası. Atıl vaziyette duruyordu. Neden ekilmediğini araştırdığımda, 1950’li yıllarda Kazak göçmenlere tahsis edilen bu arazilerin zaman içinde terkedilmiş olduğunu öğrendim. Satın alma ve kiralama işlemleriyle uzun zaman uğraştık, hukuki işlemlerini de tamamladıktan sonra arazi ıslahına giriştik. Altyapısına çok emek ve masraf yaptık. Sulama sistemlerine, modern tarım alet ve makinelerine deyim yerindeyse servet yatırdık. Yoğun emekle halis niyet bir araya geldi ve işte sonuç ortada. Yılda 60 milyon adet lâle soğanı üretiyoruz burada. Kendi alanında tek, ülkemizin en büyüğüyüz şu anda biz. Diğer süs bitkileri sümbül, nergis, muskarin gibi türler de yetiştiriyoruz. Ulusal marketlere, iç piyasaya ve ihracata gidiyor ürünlerimiz. 5000 dekar alanda tatlı mısır ekip ülkenin önde gelen dev gıda markalarına satıyoruz. Toplu arazi, büyük işletme çok önemli. Bir örnek vermem gerekirse eğer, tüm İsmil arazisi bizim gibi girişimciye verilse mesela; masraf onda bire düşer, verim de ikiye, hatta üçe katlanır!
Hayvancılık işletmesi kurduk bir de, arazinin ve çevredeki meranın otu, samanı değerlendiriliyor. 2500 baş koyunumuz kuzumuz var, hayvancılık iyi bildiğimiz, sevdiğimiz baba mesleği vazgeçemediğimiz bir iş.
Başarı için de şunları söylemek isterim; bunun için olmazsa olmaz kuraldır, hangi işi yaparsan yap, işin başında olacaksın. Telefonla, uzaktan kumandayla olmaz; param var istediğimi çalıştırırım mantığıyla bu iş yürümez!”
Bir başka sohbetimizde de hiç unutmam şunları söylemişti; “Dünyada birçok ülke gezdim, en son Almanya’daydım. Böyle güzel bir vatan, bizim gibi bir millet daha yok! Almanlar mesela; dünyada yaptığı işi en iyi yapan, hatasız mal üreten, dolayısıyla iyi para kazanan ve dilediği her şeyin en iyisini alan bir millettir. Ama sonu yok ki; mutlu değil bir noktadan sonra, duygu yok ve hissedemiyor! Her şey madde değil çünkü. Seviyorum ülkemi.”
Nasıl bir girişimciyle karşı karşıyayız gördünüz işte değerli okuyucularım, onların sayısı artsın inşallah. Dünya ortalamasıymış, bir istatistik sonucu vereyim size; böyle müteşebbisler 40 bin kişide bir tane çıkıyormuş iyi mi?
Söylediklerin altın değerinde bizim için Ali Abi; Allah ömrünü bereketlendirsin, gönlünün muradını versin…
Bir araştırma yapıp lâlenin tarihçesiyle ilgili notlar almıştım. Yerim daraldı; Asya Lale’nin başarı öyküsünden iki köşe yazısı çıktı, inşallah üçüncü yazıda bu gizemli çiçeğin kendi devrini yarattığı zaman tünelinde buluşuruz. Sağlıcakla kalın…
M.Yavuz ÇOLAK