Anadolu topraklarını eşeleseniz her köşesinden ayrı bir medeniyet çıkar karşınıza. İnsanlık tarihinde, yolu bu topraklara düşmeyen kalmamıştır diye düşünüyorum. Hemen yanı başımızda iki bin yaşında antik bir kentin varlığından çoğumuzun haberi bile yoktur herhalde. Torosların koynunda saklı bir kent olarak yaşamaya devam ediyor.
Şimdiki adı Gökyurt olan Kilistra, Orta Çağdan günümüze ulaşan, kayalara oyulup yontulmuş tam bir taş medeniyeti olarak dimdik ayakta duruyor. Yerel kültürümüzdeki adıyla Gilisıra'yı ilk gördüğümde; muhteşem bir kültür mirası burası, neden bu kadar sessiz ve terkedilmiş gibi duruyor acaba diye kafa yormuştum. Herkesin ortak dileğini ben de içimden seslendiriyor, alt yapısı kurularak turizme kazandırılmalı buralar diyordum. Bölge hakkında yeterli bilgim olmadığı için yıllarca içimi kemiren sorulara cevap arayıp durmuştum…
Vakti gelmiş, Gilisıra'ya yeniden yolumuz düşmüştü. 27 Temmuz 2017 tarihinde, Tarım İl Müdürlüğümüzün Organik Tarım Birimince yürütülen projeler kapsamında hem üretici ve tüketiciyi sahada buluşturmak, hem de eko turizme katkıda bulunmak amacıyla resmi kurumlardan katılan misafirlerimizle birlikte basın mensuplarını Gökyurt ve Evliya Tekke yöremize götürmüştük. Tarım ve insanı tarihin ayak izlerinde yürütmeyi, doğayı tahrip etmeden gelecek nesillere devretmeyi ilke edinerek topraklarımızdan sağlıklı ürün elde etmeyi amaç belleyen bir kurumuz biz. Kaynakların sınırsız olmadığını bilerek, sürdürülebilir tarım yapabilmek adına israf etmeden üretip tüketmek ortak dileğimizdir. Bu fikir ve düşüncelerle üretenlerin ayağına gidip gönül sofralarına konuk olduk.
Kafilemizde bize rehberlik etmek üzere İl Kültür ve Turizm Müdürlüğünden Arkeolog Nurettin Özkan ve İl Müdür Yardımcısı Mehmet Yünden katılmışlardı. Şanslıydık çünkü ilk kazı çalışmasını yapan ve yöreyi avucunun içi gibi bilen Nurettin Özkan'la Kilistra'yı gezip görecektik.
Tarihteki eski adı 'Lystra' olan Hatunsaray'ın hemen girişinde sağa dönüp, batıya doğru yol alırken sol tarafta toprak yığını bir höyük dikkatimizi çekmişti. 'Zoldere Höyüğü' olarak bilinen bu tepenin adını yanından geçen su kaynağından aldığını söyleyen Nurettin Özkan Bey; zamanımız geniş olsaydı gezi programını bu höyükten başlatırdık demişti. MÖ Yüzüncü yıldan başlayan Lystra Medeniyetinin önemli bir parçası olan bu höyüğün kazı çalışmaları yapılmadan birçok konunun gün yüzüne çıkarılamayacağını söylüyordu.
Zoldere Höyüğünden itibaren yukarıya doğru çıktıkça, yamaçlarda kale surlarını andıran sıralanmış doğal kayalıklar hayal dünyanızı zorlamaya başlamıştı. Kilistra'ya yaklaştıkça yükselen taş blokların çepeçevre antik kenti saran doğal bir tahkimat duvarına dönüştüğünü görünce, büyülü bir ortama doğru sürükleniyorduk. Kayalara oyulmuş kapı, pencere ve baca benzeri insan eliyle yapılmış gizemli yapılardan gözünüzü ayıramıyorsunuz. Taşları oyup çok sayıda sarnıç, su deposu, şaraphane kurmuşlar burada yaşayan Roma Halkı.
İsa Peygamberin dinini yaymak üzere Anadolu'da faaliyet gösteren, bazı kaynaklarda İsa'nın 13. Havarisi olarak gösterilen 'Aziz Pavlus' adında önemli bir simadan söz eden gezi rehberimiz Nurettin Hoca ilgi çekecek bilgiler verdi. Tam on yılını harcadığı kazı çalışmaları hakkında yaptığı sunumla antik kentin tarihi önemini öyle bir heyecanla anlattı ki, adeta tarihin derinliklerinde yaşıyor gibiydi.
Verdiği bilgilerin ışığında özetleyecek olursak, şunları söylemişti: "Erken Hristiyanlık döneminin önemli karakterleri Pavlus ve Kıbrıslı Barnabas'ın Konya'da çok tanrılı pagan kültürüyle yaşayan halka ilk vaaz ettikleri dönemde tepkilerle karşılaşınca, Roma Valileri tarafından cezalandırılacaklar ve burada onlara katılan, daha sonra Silifke'ye yerleşecek olan 'Azize Tekla' ile birlikte Kilistra'ya gelip şuan izlerini sürdüğümüz medeniyetin temelini atıyorlar. Romalı yüksek rütbeli devlet erkânı ve askerlerinin dini faaliyetlere karşı sert tutumu yüzünden oluşturulan güvenlik ve korunma amaçlı bir yerleşim alanıdır burası. Yüzlerce yıl sürecek olan bu taş medeniyetinde oyulup yontulan kayaların üzerinde şapel, manastır, kilise, su sarnıcı ve şaraphaneler kuruyorlar. Şarap, Hristiyanların inancına göre kutsal su olarak vaftizlerde kullanılmaktadır biliyorsunuz."
Arkeolog lisanıyla tarihi bilgilerini konuşturan Nurettin Özkan Hoca, muhteşem bir eser olarak nitelendirdiği, Hristiyan inancında Şapel denilen küçük ibadet yerlerinden birine götürdü bizi. Türkiye'de tek örnek, yekpare kaya bloğunun içi oyularak, dışından yontularak ve yukarıdan bakıldığında haç şeklinde görülen bu şapelin ülkemizde başka benzeri yok dedi. Üç nefli, dokuz direkli Katır İni Sarnıcının da sıra dışı bir yapı olduğunu belirtti. Bu yapıları dolaşırken en son durağımız olan, şehrin giriş kapısı burasıydı dediği, yüksek bir kayanın üzerindeki kalıntılara götürdü kafileyi. Şehrin garnizonu buradaydı, şurası karakoldu ve şu aşağıdaki taş döşeli patika da kral yoluydu dediğinde; sürpriz bir manzara sanki yarım kalan bir tabloyu tamamlıyor gibiydi. Karı kocaydı sanıyorum, Gilisıralı iki yaşlı çiftçi eşeğin üzerinde, önlerine düşen köpekleriyle Roma Kral Yolunda ilerliyor, bize olağanüstü fotoğraf kareleri sunuyordu…
İlginç tespitler yaparak konuşmasını tamamlayan Nurettin Hoca; "Altın sırma saçlı, dünya güzeli Azize Tekla Konyalıydı, Pavlus'u Barnabas'ı Zalim Romalı Yalvaç Valisinin ölüm cezasından kurtaran Timoti Hatunsaraylıydı. Hepsi bu toprakların çocuğuydu; inancı farklı olsa da onlar İsa Peygambere bağlı dindar, samimi İseviler olarak burada yaşadılar" derken, kafilemizin ilgisinden çok mutlu olmuştu.
Tarım camiasını tarihle buluşturma fikrini çok tuttuklarını söyleyerek, kurumumuza teşekkür eden İl Kültür Müdür Yardımcısı Mehmet Yünden Bey ve Arkeolog Nurettin Özkan Hocaya biz de verdikleri değerli bilgiler için teşekkürü borç biliyoruz.
Gezimizin ikinci bölümünde, organik tarım ürünleri yetiştiren Evliya Tekke köyümüze vasıl olmuştuk. Dağ köylerinde, küçücük arazilerde mucizelere imza atan üreticilerimizin öğle yemeğinde misafiriydik. Köyün ileri gelenlerinden eski muhtar Hakkı Kayabaşı ve arkadaşları ağırladı bizi. Tamamı köyde yetiştirilen yerli organik ürünler sunuldu misafirlere. Masalarda vazolara konulan çiçekler bile Evliya Tekke ürünüydü ve bu incelik unutulmaz bir anı olarak hafızalara işleniyordu. Hakkı Kayabaşı tam bir önder çiftçi modeli olarak halka yol gösteren, yetiştirdiği ürünlerin tamamını Ankara ve İstanbul'da oluşturduğu pazarlama sisteminde değerlendiren donanımlı bir üretici. Fikirleri ve deneyimlerinden istifade edilecek bir çiftçi. Daha önceki yazılarımdan birinde Evliya Tekke'yi etraflıca tanıtmıştım, yazıma burada nokta koyarken yolda aklıma düşenleri de ifade edip bitiriyorum.
Anadolu tam bir medeniyetler müzesi olarak dünyanın en nadide coğrafyası ve içinde yaşayanlar olarak bizler de çok şanslı insanlarız. Bu toprakların kültürel mirası korunmalı, tarihi eserler insanlığın ortak malıdır anlayışı ile sahip çıkılmalıdır. Burada anlatılan devrin sonunda bu topraklarda manevi fetihlerle bizim atalarımız Selçuklular öyle bir medeniyet kurdular ki; ezeli ve ebedi vatanımız olarak dağlara taşlara mühürlerini vurdular. Anladım ki; taşlara kazınan hiçbir medeniyet tahrip edilmezse yeryüzünden silinemez…
31 Temmuz 2017
M. Yavuz ÇOLAK