Son on gün içinde, görevim gereği üç defa seyahat ettiğim yöreden; bölgemiz açısından geleceğin yıldız şehri olmanın eşiğindeki Karapınar’dan görebildiklerimi paylaşarak, çölleşme ile mücadele haftasına dair yazdıklarımı tamamlamak istiyorum.
Söylenenleri dinleyip, olanları görünce; ‘Sultanların kurduğu şehri az kalsın yel götürüyormuş’ hissine kapılmamak mümkün değil gerçekten!
Erozyonla mücadele bölgesini gezer iken; kuraklık ve kıtlık yıllarındaki kum fırtınalarında terk edilmiş yerleşim alanlarını görünce, aklımdan yıldırım hızıyla geçenleri söylemezsem haksızlık olur. Anladım ki; bu topraklara kim bir fidan diktiyse, bu memlekete en büyük hizmeti yapmış. Onların anası-atası nurda yatsın dediklerim arasında, ilk aklıma gelenler şunlardı: Adı niye bu kadar uzun bilmiyorum ama ‘Konya Toprak Su ve Çölleşme ile Mücadele Araştırma İstasyon Müdürlüğü’nün gelmiş geçmiş tüm çalışanları… TEMA Vakfı ve onun çalışmalarına omuz veren, gönül veren herkes… Ağaç dikip yaşatmaya çalışan resmi, sivil tüm kurumlar ve şahıslar… Ve ağaç dikmek denilince, herkesin aklına ilk gelen adam; Recep Konuk ve yönettiği büyük aile Konya Şeker…
Ağaç dikimine yapılan harcamaları bahane ederek, bin bir zahmetle yetiştirilen fidanları eleştiren aklı evvelleri önce Karapınar’a götürüp, çölleşme ile mücadele sahasını gezdirmeli bence. Bir zamanlar insanlarımız, yemek yiyip dinlenebileceği bir ağaç gölgesine ulaşmak için saatlerce yol alırdı. Tavşanların içinde saklanacağı bir çalı, kuşların tepesine konacağı bir dal aradığı günler henüz unutulmadı. Vefasızlık yapmamalı, kimlere minnet borcumuz olduğunu bilmek lazım…
Çölleşmeyle mücadele haftası etkinliklerinin son perdesi, Karapınar’da düzenlenen panel ve uygulama sahasında yapılan incelemelerle kapandı. Müthiş sunumlar vardı; konunun ehemmiyeti, anlayıp-dinleyince daha iyi kavranabiliyor diye düşünüyorum. Yıllarını Toprak-Su Araştırmanın hizmetine adamış, kurumun ak saçlısı Yusuf Işık Hocanın ilginç tespit ve değerlendirmeleri, konuklardan Karapınar Belediye Başkanı Mehmet Mugayıtoğlu’nun anıları akılda kalacak cinstendi. Kurum Müdürü D.Ali Çarkacı’nın açış konuşmasında verdiği bilgiler; erozyon, kuraklık, kıtlık ve getirdiği sonuçlar açısından bakıldığında insanı sarsacak konuları içeriyordu. Osmanlı kaynaklarına göre, ülkemizde 1873-1874’te yaşanan kuraklık ve kıtlıkta 40 bine yakın insanımızı kaybetmişiz. Yöremizde de ‘Koca Doksan’ diye anılan bu büyük çevre felaketi uzun yıllar unutulmamış. Daha sonra yöremizde 1887’de yine amansız bir kuraklık ve kıtlık yaşanmış, bölge insanı göç ederek dağılmaya başlamış. 1943 Yılında yaşanan kuraklığın ardından gelen çok sert kış koşullarında da 250 bin koyun kırılıp, telef olmuş! Anlatılanları ürpererek dinlerken ‘93 Harbi’ takıldı aklıma. Bizim şuan sefa sürdüğümüz bu topraklarda; kıtlıklarla, yokluklarla boğuşan atalarımız bir de savaşa girmiş o yıllarda. Hem Balkanlarda, hem de Kafkaslarda tam bir felaket yaşamışlar. Allahım bu cennet vatanın kıymetini idrakten yoksun bırakmasın bizi!
Belediye Başkanı Mugayıtoğlu söz aldığında: “Çocukluğumun geçtiği yerin tam üzerindeyiz, öyle kum fırtınaları gördüm ki; okullar sık sık tatil edilirdi, Konya-Adana karayolu 24 saat, bazen 36 saat ulaşıma kapanırdı! Dışarıda kalan bir araba, zımpara yapılmış gibi ertesi gün boyaları kazınmış olarak bulunurdu” Panelistlerden Fethi Kirtiş de: “Anneler çocuklarına uzun entarili elbiseler giydirirmiş, çünkü fırtına çıktığında o entari çocukların kurtuluşu olur, entariyi başına dolayıp evinin yolunu bulurmuş” diyerek katkıda bulundu.
Panelden sonra sahaya, erozyona maruz kalan alanlara vardığımızda anladım işin esas boyutunu. Eskiden Karapınar’ın girişindeki cılız, bodur ve çoğu kurumaya yüz tutmuş ağaçlandırma alanlarına bakar; burası mıymış çölleşmeyi önleyecek çalışma alanı? Diye içimden geçirirdim, ne yalan söyleyim. Yamacın arka yüzü, tam bir çölde vahaymış meğer. Sözünü ettiğim alan, tamı tamına 87 bin dekarlık dev bir saha ve Karapınar’ın güneyine düşüyor, fakat arkada kaldığı için ana yoldan görülemiyor. Kum tepecikleri, ağaçlandırılmış alanlar, korumaya alınmış bitki örtüsü, hepsi iç içe ve tam bir eğitim araştırma alanı. Kurum bugüne kadar 750 bin ağaç dikmiş buraya, bir milyona ulaşmak için çırpınıyorlar, fakat sekiz kişiyle işleri yürütmeye çalışıyorlarmış. ‘Allahın otu’ diyerek küçümsediğimiz; toprağın, kumun yüzünü örterek, erozyonu önleyen her bitkinin değeri çok yüksek bu can pazarının yaşandığı alanda. Özel firmalara kiralanan 7500 dekar alanda yonca yetiştirilmeye başlanmış. Çok isabetli bir proje gerçekten; çünkü hem ülkenin yonca tohumu ihtiyacı karşılanıyor, hem de erozyonla mücadelede bir numaraymış bu mucize bitki. Bir güzel haber daha vereyim; ağaçlandırılan, korumaya alınan alanda gelişen yaban hayatı hepimizi çok sevindirdi. Bu mukaddes hizmete eli değen herkesi, ömrümüz yettiğince saygıyla muhabbetle anacağız…
Neden ‘Sultanlar Şehri’ deniyor Karapınar’a? Yavuz Sultan Selim atmış ilk temelini. Hac ve ticaret kervanlarının güvenliği için ‘Derbent Teşkilatı’ ve Sultan Selim Camii ile başlamış kuruluş öyküsü. Daha sonra II. Selim’in hizmetleriyle kervansaray, han, hamam ve bedesten ilave edilmiş tarihi külliyeye. İşte bu yüzden ‘Sultaniye’ diye anılır Karapınar...
Bir de geleceğin yıldızı olmanın eşiğinde demiştik; yakında görürüz, bir termik santral kurulacak yeni keşfedilen linyit sahasında. Ardından güneş enerjisi panelleri, rüzgâr enerjisi yatırımları gelecek; ayrıca ülkemizde tarım ve hayvancılığa yatırım yapmak isteyenlerin gözdesi büyük ölçekli arazilerin olduğu tek saha... Karapınar; işte bu yüzden geleceğin yıldız adayıdır ve yeni cazibe merkezi olarak kendini hazırlamaktadır…
M.Yavuz ÇOLAK